*NELER YAZDIK?

Merhamet; Acımak Değil El Uzatmaktır!

Paylaşmak İsterseniz.

Bir çocuğun gözlerinde görüyorum o malum soruyu

Tek başına 5 çocuğuna yetmeye çalışan bir annenin nasırlı ellerinde

Annesi öldüğü için kardeşlerine annelik yapan 9 yaşındaki bir bedende görüyorum o soruyu

Askerlerin tecavüzü sonucu doğan minik bir bebeğin gözlerinde

Arakanlı bir annenin “herkesi bir yere toplayıp öldürseler kalbimiz bu kadar acımazdı”

sözlerinde görüyorum..

NEDEN?

Neden öldürülüyoruz?

Bangladeş, Arakan, Suriye, Myanmar, Irak, Filistin, Gazze, Musul, Doğu Türkistan…hepsi aynı soruyu fısıldıyor kulağımıza.

Fısıldıyor diyorum çünkü artık hiçbirinin bağırmak bir yana konuşacak gücü kalmamış gibi

Annelerin dizinde derman kalmamış

Kızını doktora muayene ettiren bir baba “Güzel beslenme ve iyi bir bakımla tedavi edilir… “

Sözlerine tamam derken, 6 aydır su ve ekmekten başka bir şey yediremediği çocuğunun yüzüne bakacak dermanı bulamıyor.

Yaşıyor olmak bazı coğrafyalar için savaşıyor olmaktan öteye gitmemiş gerçekten. Savaşın içine doğan savaşla büyüyen çocuklar “neden” diyorlar.

Sadece onlar mı? Hiçbirimiz anlamıyoruz anlam veremiyoruz kim kimi neden öldürüyor.

Müslümanlar neden zulüm altında? İnsanlık neden ölüyor?

Kayıp ülke Afganistan baş gösteriyor haritada

Kayıp hayaller,

Kayıp hayatlar,

Annelerin elleri arasından bir bombayla kayıp giden çocuklar.

Pazarda dolaşırken yanınızdan geçen her araba aynı tedirginliği yaşatıyor, “Acaba patlar mı?”

Çünkü Afganistan ölümün yaşam kadar olağan olduğu bir ülke

Hatta öyle ki, normal bir şekilde ölebildiyseniz şanslısınız.

Sokaklarda Amerikan askerleri var, mikrofonun ucundaki bakkal, onlar neden buradalar, düşman o tarafta askerin namlusu neden bu tarafta, diyor

Peki biz neredeyiz?

150 yıldır zulüm altında Müslümanlar

3 günde 8 bin Müslüman Srebrenitsa’da şehit iken biz tam olarak neredeyiz?

Cezayir, Tunus, Somali, Fas, Etiyopya, Arnavutluk, Kuveyt, Libya, Hint Müslümanları…

Keşke sayarak bitirebilsek,

Onlar da zulüm altında, onlarında örtüsünü sokak ortasında üzerinden alıyor küffar

Yine uyuduğumuz bir gece onların kapısını çalmış asker, kırmış daha doğrusu…

4 bine yakın kişiyi farklı suçlardan tutuklamışlar. Karakolun önünde hasta oğluna ulaşmaya çalışan baba, karın tokluğuna çalışıp gün boyu meyve satmaya çalışan oğlumu polise taş attı deyip içeri aldılar, diyor ve devamında adalet kelimeleri dökülüyor dudağından…

Adından ötesine rastlanmayan bir kavram: “Adalet”

Mahşere bırakılan davalar…

Oysa başımızı biraz tarihin tozlu lakin şanlı sayfalarına çevirebilsek,

Osmanlı’nın zor dönemleri…

Bir ineği olan Hintli Müslüman bir teyze satıyor ineğini, Osmanlı devletine gönderiyor çünkü farkında Müslümanların topyekûn bir vücut olduğunun.

Şimdi o teyzenin torunları zulüm altında ve tarih bir vefa bekliyor bizden

Peki biz neyi bekliyoruz?

Oradan Srebrenitsa’ya geçiyoruz

Canımız acıyor…

Bir annenin gözleri namlu olmuş kalbimizden vuruyor… ve ekliyor Saliha anne,

“İnsan yaşadığı sürece kalbindeki yarayı taşımak zorunda, benim için hayat geçmişte kaldı…artık yalnızım halkımız dağıldı ailem öldürüldü tek başıma bir cehennemi yaşıyorum…

7 Mayıs’ta arka tarafta bir tarlam vardı oradaydım. Balkondan eşim seslendi onun yanına gittim. Sırbistan’dan ateş açıldı o sırada, sonra birden ateş duydum ve ormana kaçtık ama köyden kimseyle buluşamadık bir daha. Ne eşim ne komşularım ne ailem…

Ölen yakınlarımızı dahi gece defnettik. Gündüz ateşten gözümüzü açamıyorduk… Sonra Srebrenitsa’ya kaçtık, insanların boğazlarını kestiler, katlettiler…

Tüm imkanlar onların elindeydi ve Müslümanlara sadece ölmek düşüyordu…

Her gün eşimi bekledim asla öldüğünü düşünmedim ama ne çare… hala bazen uzaklara bakarım belki oğlum ve eşim gelirler diye, içimde kendimden de güçlü bir his var ve ben buna tutunuyorum…”

cümleleri dökülüyor Saliha annenin dilinden ve devam ediyor;

“Evime ekmek getirecek kimse yok ne bulursam ekiyorum bir soğan verse bahçem doyuyorsun ama ne için yaşadığını bilmiyorsun… Benim için yaşamak cehennem çünkü…

Çiçek yetiştiriyorum bahçemde ama onların açtığını görecek kimsem yok

Neden yetiştirdiğimi bilmesem de onlar severdi deyip yetiştiriyorum

Onlardan kalan sadece birkaç fotoğraf var ve ben bunlara tutunuyorum…

Kaç kere uyanamayayım diye yatıyorum gözümü açtığımda soruyorum kendime iyi de neden yaşıyorum? çünkü sebebim yok…

Namaza durup Fatiha okuduğumda bunu nasıl başardığını bile düşünüyorum

Onlar bana Fatiha okuyacakken ben onlara okuyorum

Önce Allah’ı sonrada devamlı evlatlarımı düşünüyorum

Burada bütün anneler benimle aynı

Burada annelerin yüreği acılı”

deyip devam ediyor anlatmaya Saliha anne

Ratko Mladiç’i yargılamak için Lahey’e başvurdum.

Gizli tanık olmak ister misin diye sordular, neden gizli olayım ki tüm cesaretimle davamın peşine düştüm.

Mladiç’i görünce, sadece onun nasıl rahat uyuduğunu sordum

Çünkü ben uyuyamıyorum, geceleri devamlı konuşuyormuşum

Nasıl konuşmayayım ki…

Hiçbir Sırp’a güvenmiyorum. Sadece mecbur kalınca postaneye gidiyorum. Yarın ellerine fırsat geçse beni tekrar öldürmeye veya yakmaya yeltenmeyeceklerine asla emin olamam.

Sırplar yaktılar, yok ettiler cesetleri. Çünkü böylece sayılarla oynayabilirlerdi…

Cümlelerini bitirirken bir de umut ekliyor son olarak,

“Sırpların Sırbistan’ı, Hırvatlar’ın Hırvatistanı var oysa bizim Türkiye’den başka kimsemiz yok” diyor…

Bir anne,

Acılı yüreğiyle konuşmasının sonuna bir umut ekliyor, Türkiye, diyor. Umudumuz Türkiye…

Sadece onlar mı birçok coğrafya toplanın gelin diyor, Türkler gelecek Osmanlı gelecek…

Sancak bekliyorlar, umudun sancağını…

Türkiye, Müslümanlar dalgalandıracak, diyorlar…

Çünkü görüyoruz ki dünyanın her bir tarafında farklı sancaklar altında Bizans’ın Roma’nın çocukları Hz. Muhammed (s.a.v.) nizamına saldırıyorlar.

Biz neredeyiz? Biz nerede toplandık? Nerede parçalandık? Neden parçalandık?

Onlar zulüm altındayken biz neredeyiz?

Haksızlık etmeyelim,

Kimimiz sahada kimimiz elleri semada kimimiz yardım kuruluşlarındayız kimimiz de ekran başında, sadece ekran başında.

Ekran başında demişken, Doğu Türkistanlı Abdulbariz Hatem’den dinliyoruz,

Komünist sistem 70 yıl zulmettikten sonra, bir gün gezerken Doğu Türkistan’ı farkediyor ki tüm baskı ve yasaklamalara rağmen Uygurlar dinlerinden asla ödün vermemiş ve ilk günkü direnci ile duruyor bunu gören Çin hemen harekete geçiyor ve kamp süreci başlıyor. Baskı, kapatma, evlatlarını elinden alma, seccadeye varana kadar tüm dini unsurları yakıp yok etme…

Ve zulüm başlıyor…

Dinlerken gerçekten mi diyoruz, okurken yok canım diyoruz ama bunlar gerçek ve Müslüman kardeşlerimiz bunları fiilen yaşıyor kardeşlerim.

Düşünün ki, her ezan vakti minarelerinizden Çin milli marşı okunuyor

Düşünün, evinize bir Çinli yerleştiriyorlar ve siz eğer ona bakmaz, yemek yapmaz, güzelce ağırlamaz veya dini bir hayat yaşarsanız, o Çinli bunu rapor ediyor ve siz hapse atılıyorsunuz.

Abdulbariz Hatem anlatırken şunları ekliyor:

“Yaşlı annelerimiz sokağa çıkarken başörtüsüz çıkmak zorunda ve içimiz o kadar açıyor ki biz artık dayanamıyoruz… Ramazan ayında bir ışık pırıltısı görülse içeri atılan kardeşlerimiz çözümü karanlıkta sahur yapmakta arıyor ama nafile bu bile fayda vermiyor…”

Dinlerken, yazarken gönül telimiz titriyor, kalemimiz eriyor ama daha sonra nedense tepkisizleşiyoruz.

Sanırım kardeşimize yapılan zulme alışıyoruz, bacımıza yapılan tecavüz kanımıza dokunmuyor.

Bir Çinli istediği Doğu Türkistanlı kızla evlenebiliyor.

Bir Çinli senin karşına geçip ben bununla evleneceğim, diyor ve sen hayır dersen ailen hapse atılıyor. Onlar özgür yaşasın diye sen bir ömür hücre hayatı yaşayacağın bir evliliğe imza atıyorsun.

İnsan buna nasıl dayanır?..

Sadece Müslüman olduğu için buna nasıl reva görülür?..

5 sene önce Türkiye’ye gelen bir baba yıllar sonra çocuğuyla internet üzerinden görüşme imkanı buluyor lakin artık Çince konuşan çocuğuyla anlaşamıyor.

Bu yazıya başlarken niyetimiz aslında aynı zulüm altında olan birçok Müslüman coğrafyadan bahsetmekti ama şu an Doğu Türkistan’dan geçemeyeceğim…

Bu meseleyi en azından dilim döndüğünce anlatmadan geçmeyeceğim…

Siz de eğer bu satırlara şahit oluyorsanız gelin niyet edelim

Onları önce dualarda gönlümüze, sonra anlatabildiğimizce dilimize alalım

Ve en önemlisi,

İbrahim’in karıncası misali, HER BİR KURUŞU ZALİMİN KESESİNE GİREN ÇİN MALLARINI

ARTIK ALMAYALIM. ONLARA EN AZINDAN BU KADARINI BORÇLU DEĞİL MİYİZ?

Merve Kiran Author
×
Merve Kiran Author